Bin Bini Mirler

Ne zaman aklıma bakterilerin çığlıkları düşüyor olsa; size mini mini birler çalışkan ikilerin hikâyesini anlatmak istiyorum. Tam anlatmak üzere söze gireyim diyorum, soluk boruma doluşmuş keder mahkûmu kelebekler uyanıyorlar ve çırpıyorlar kanatlarını.

Bu çırpınışlar toplumsal bir endişe mi taşıyor yoksa toplumsal bir eleştiriye mi sürmeye çalışıyor beni?

Hiç emin olamadığım kadar emin olamıyorum.

Lakin kırk yılın üzerinde yaşanmışlığın; eleştirilebilecek seviyeye ulaşmayan bir toplumu eleştirmenin ve hatta yapılacak eleştiri üzerine düşünür olmanın bile büyük bir yük, sıkıntı ve en önemlisi ağrıdan başka bir şey getirmeyeceğini anlamamı sağlamış olduğu tespitiyle baş başa buluyorum kendimi. Eleştiri övgüden daha sofistikedir ve yanlış kişilere uygulandığında; sıfır fayda, yüksek zarar barındırır diyen atalar arıyorum kendime.

Belki de mandalina kabuğunu kalorifer üzerinde kuruturken, odaya doluşan mandalina kokusunun, eski mandalina kabuklarının kokusundan çok uzak olduğu yönünde mandalina eleştirisi yaparak rahatlamaya çalışmak daha faydalı – sağlıklı olacaktır.

Mandalina eleştirisini anlamsız bulduysanız, beni anlamamış olduğunuzu söyleyebilirim. Mandalina kabuğuna gelene kadar kendimi eleştirmemi istiyorsanız da, sizi art niyetli bulduğumu kulağınıza fısıldamak istiyorum.

İşte bir fısıltıyla nasıl da burnunuzdan solur hale geldiniz ve nasıl da keyfiniz kaçıverdi. Ne de olsa toplumu oluşturan parçalardan birisiniz sizler de.

Merak etmeyin kendimi inkar etmiyorum; tabii ki ben de parçalardan biriyim. O halde, hemen bir panik yapmalıyım ve fısıltının sahibi olduğumu belli etmemek ve fark edilmemek için burnumdan solumalıyım.

Panik her zaman işe yarar ama bir o kadar da işleri karıştırır.

Burnundan soluyanlar cenahına katılmış olsam da, soluk borumda kanat çırpan kelebekleri unutmuş olmamam gerekiyordu. Bütün hesaplarım alt üst oldu işte ve burnumdan çıkan kelebekler yüzünden bağır bağıra burada olduğumu ifşa etmiş bulundum.

Neyse ki yeni bir panik daha devreye girerek beni bir çözüme ulaştırdı. Kelebek avcısı gibi davranma yetilerimi çok hızlı keşfetmiş bulundum ve toplumu; sırf onların iyiliği için zararlı haşerelerle mücadele ettiğim yönünde ikna ettim.

Bu kutlu mücadelemi çoko prenslik unvanıyla taçlandıran insanımıza, gerçek prens ve prenseslerin kendileri olduğunu her fırsatta söylemem gerektiğini avuç içlerime yazdım bile.

Şimdi bir köşe başında koşulsuz sevilmeyi bekliyorum.
Sevilip de öpülmeyi istiyorum.
Öpülüp de bir kurbağaya dönüşmeyi.

Kurbağaya dönüşmenin özlemini içime koyan tüm kelebeklerin kozalarını, kozalak gibi yaksın istiyorum ciğerlerim.

Ciğerim de yanıyor.

Ciğeri yanan bir çoko kurbağanın, üçlerin tembel olduğunu anladığının sancılarıyla sizleri tanıştırarak çok memnun olmamız adına bir bahane sunmak istedim.

Fakat memnun olamadıysak yahut memnun olamadıysanız;

Belki de o kadar mini değildir bu birler, belki içten içe içimizi çok küçük görmüşüzdür ve belki toplum bizi es geçmeyi şiar edinmiştir.

Ya da şairin dediği gibi; o sen olsan bari.


Story & Image Copyright: OTahirZGN

ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir