Ben yazmam böyle şeyler

Yosundan maskelerle dolaşan insanlardan biri olduğunu anlaması gerekiyordu. Hedonist bir yaşamın mecalsizliğini çözümleme zamanı gelmiş olmalıydı. Yalnızlıkla boğuşurken, kalabalıktan boğulmasının temeli bu olmalıydı. Kurtulmalıydı.

Güneşli bir kış akşamıydı ama nemli bir Ankara saatiydi, İzmir’e geri dönüş yolu da yoktu. Sıkışmıştı olduğu yere, artık kendisini sevmek zorunda olduğunu fark etmesi gerekiyordu. Seviyordu leblebi yemeyi, bira içmeyi yada şirinlemeyi ama kendisini sevmiyordu, daha doğrusu sevmediğini de bilmiyordu, sevmesi gerektiğini de.

Radyoyu açtı, cızırtılı bir FM de duruverdi. Sakin ve içini burkan bir cızırdamayı sevdi ve yatağına uzandı, gözlerini duvara dikti ve duvarda koşturan kuyruklu yalanlar gördü. Gözleri büyüdü, parmaklarından yağmurlar yağdı ve bu yağmurlar yağmaladı bütün hayatını.

Uyudu hem de günlerce uyudu ve hatta belki de yıllarca uyudu, ama uyandı güneşli bir kış akşamında ve nemli bir Ankara saatinde. İzmir’e geri dönüşü olmayan bu yerde sıkışmıştı ki kendini sevdiğini fark etmişti. Kâsede kalmış leblebileri toprağa attı ve şişede kalmış birayla sulayıverdi ve Leblebi ağacı çıkmasını bekledi.

Beklerken uyuyan melekelerin kafalarından aşağı su döktü. Toprağa karıştı melekler. Bir cigara çekti içine en derin. Yaptıklarına baktı ve şirinlediğinin farkına vardı.

Topraktan leblebi yiyen melek ağacı çıktı. Dalından melekleri koparmak yerine, leblebilerini çaldı sadece.

Radyo kendi kendine açılmıştı, buruk ama hedonist bir cızırtıda duruvermişti. Duvara uzanıp gözlerini yatağa dikmişti ve yatakta yalansız kuyrukların yosundan maskelerle oynamalarını izledi.

Onun gözleri küçüldü, bizim parmaklarımızdan sebepler yağdı, meleklerin yüzü soldu.

Kahverengi gözleri yeşermişti ama hâlâ birkaç leblebisi vardı kâsede. Onların da çabuk bitmemesi için ufak ufak kemire kemire yiyordu.

Yenilen leblebiler boğaza kaçsa bulurdu belki gerçekleri.

İyi de Ankara nereden çıkmıştı, İzmir’e kim dönecekti?
Her şey bir yana şirinlemek de ne olaydı?
Şirinleri mi izlemişti ki yıllar sonra?

Aslında bir yaz gecesiydi ama bir Ankara sabahıydı, parmaklarımı her tuşa dokundurduğumda, parmak izlerimin o tuşlarda kaçıncı kez üst üste geldiğini hesaplamak ister gibi.

İzmir’e dönüş saati İstanbul’daydı sanki başka parmak izleri gelip benimkilerin üstüne geçecek gibi.

Şimdi bunları anlatsam inanmazsınız, inansanız anlatamam, anlatılıp yaşlandıramam, yaşlandırıp sulandıramam.

Seyrüsefer halinde bir evliya çelebi var iken bütün bunlar gazete sayfalarına dökülmüştü de sallayan çıkmamış, çıkanlar da sallanmıştı.

Niye mi sallanmıştı?

Sebebini düşünmeyin ama gökteki bulutlar her daim konuşurlar. Konuşmalar koşuşurlar, koşuşmalar kaynaşırlar. Arkasından gökten yağar yıldızlar ve ay taneleri. İnsanlar kaçışırlar, hâlbuki bilemezler iki kişinin sildiğinin kir olmadığını.

Deniyorum işte yazmayı, deniyorum çünkü “Denemekten vazgeçmemelisin!” demişlerdi çok meşhur.

Biliyorum artık;

“Belki de vazgeçmelisin ve yeni bir şey denemelisin” demenin vakti.

Belki de tasarruf vakti gelip çatmıştır kelimelerime ama düşünüyorum öyleyse diyorum varım eğer olursa itibardan tasarruf.

İtibar neydi?

İtibar iyilikti,
itibar dostluktu,
itibar emekti.

İtibar insanın kendine yakıştırdığıydı.

Hâlbuki iti var, serserisi var

Kafamda dolanan neler var neler.

Hani desem ya sokaktaki aç çocuğu düşünüyorum içim sıkılıyor
Her konuşma bana boş geliyor diye
İnanmayacaksınız
Alay edeceksiniz
Romantik diyeceksiniz belki de
Hah sistir diyen de olur illaki
İnandıramam sizleri; sevdikleri tarafından terkedilmişlerin acısını hissettiğime
İnsanların birbirinden nefret etmesiyle yaralanıyorum, inandıramam buna
Çözüm bulamıyorum kendimce, ben de inanmıyorum kendime
Bir gelişin gidemeyişiyle kahroluyorum
Bir bombanın yok ettiği mahalleler patlıyor beynimin damarlarında
Evini terk etmek zorunda kalanlara oh olsun! diyenler saplıyorlar kalbime kılıçlarını
Başım dönüyor
Belli etmiyorum kimseye
Zaten bunları da ben yazmıyorum
Ben yazmam böyle şeyler
Ben aslında hiç yazmam bir şeyler
Yazdıklarım ben değil
Ben yazdıklarım değilim
Ben yaş değilim, ben kuru da değilim
Ama kabullenmiyorum yaşla birlikte kurunun da yanmasını
Yok bir şeyim…
İyiyim.
Ya siz?

Camlar kendi kendine gümler mi?
Yoksa Gümler kendi kendine Camlar mı?
Aslında cam cam içinde güm pat içinde.

Ne diyor sen saçma sapan demeyin.

En az The Decemberists’in, Cutting Stone şarkısı kadar anlamlı ve bir o kadar güzel yazdım.

Hadi itiraf edin.
İtiraf da tasarruf olmaz.

İtiraf neydi?
İtiraf yemekti…

Sustum.



Story & Image Copyright : OTahirZGN
ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir