Zihnimin Abuk Kuşundan Sabuk Ötüşler – 8 (On da Olabilir)

Bir sonbahar akşamında televizyon karşısında boş boş oturuyordum. Aslında bir yaz akşamında da televizyon karşısında boş boş oturmuşluğum çok olmuştur. Hatta bir kış akşamında ve de ilkbahar akşamında da televizyon karşımda öylesine oturduğum az değildir. Dört mevsim boyunca bu eylemi bir istikrara dönüştürebilmiştim; çünkü iş hayatı bunu gerektiriyordu. Sabah erken kalkıp yollara koyulmak, kafa patlatmak ve yollara koyulup eve yorgun bir zihin ve beden ile kavuşmak. Sonraki gün tekrar erken kalkılması gerektiğinden yorgunluğu uykuya teslim etmek gerektiğini bile bile direnmek; sanki kendine vakit ayırıyormuşçasına.

Aslında içimden de hiçbir şey yapmanın gelmemesi sonucu günü sonlandırma eylemi olarak; bari televizyona bakayım diyerek öylesine oturmak. Bazen televizyonu açmayı unutmak ve kapalı ekran karşısında oturarak; tam da bakmak filini gerçekleştirmek. Tabii ayakları uzatmış olarak.

İşte bir sıradanlığın bilmem kaçıncı tekrarını izletiyordum yine evdeki televizyona. Bir bardak çayım da yanımda; şıngır şıngır ses çıkararak karıştırıyordum.

 Kocam yeter ama ya! 15 dakikadır çayını karıştırıyorsun. Kafam şişti. Hem sen şeker de kullanmıyorsun, neyini karıştırıyorsun öyle?

 Bilmem ki… Rahatlatıyor sanki kaşığı bardağın içinde çevirmek. Hoşuma gidiyor, kaptırmışım kusura bakma.

 Ya sen yine bir durgunlaştın bu aralar. Hiçbir şey anlatmıyorsun. Canını sıkan bir şeyler mi var?

 Bilmem ki… Olabilir yani canımı sıkmaya sebep vardır illaki ama sebep olmadan da sıkılabilen bir canım var, biliyorsun beni.

 Hiç de bilmiyorum seni! Anlatmıyorsun ki kafanda dolananları. İletişim kurmayı bazen çok zorlaştırmıyor musun sence de?

 Bilmem ki… Ben özellikle zorlaştırmak üzere bir şey yapmıyorum.

 Öf yeter! Ne desem “Bilmem ki” ile başlıyorsun cümleye. Niye böyle yapıyorsun?

 Bilmem ki… Cümleye nasıl başladığıma takılıyorsan belki de sen gerçekten iletişim kurmak amacında değilsindir.

 Tamam ne yaparsan yap. Bir şey sormuyorum sana, çıldırtırsın insanı.

 Bilmem ki… Bak yine kaçtın, sonra da ben suçlu oldum. Kararı verdin; “ben çıldırtırım”.

 Ya tamam lütfen, bak ben sustum. Sonra konuşalım. Eee ne olmuş, hani ölmüştü bu adam?

 Bilmem ki… Öldürmeyen senarist öldürmez.

 Kocam kapıya sen bakar mısın? Hiç yerimden kalkasım yok.

 Bilmem ki… Bakarım heralde bakmasına da, akşamın bu saatinde kim gelmiş olabilir?

 Bilmem ki… ahahaha!

Yerimden kalktım ve kapıyı açtım ama karşımda kimse durmuyordu. Acaba aşağıdan mı çaldı diye emin olmak için dış kapı monitöründen baktım ama orada da kimse görünmüyordu. Tam kapıyı kapatacakken bir kedi belirdi apartman koridorunda. Bana doğru iyice yaklaştı ve aniden siyah deri kıyafetler içerisinde bir kadına dönüştü ve sessizce konuşmaya başladı.

 Tüm yaşadıklarından biz sorumluyuz. Her nasıl olduysa, çip normalde başaramayacağımız şekilde tam da frontal lob, parietal lob ve temporal lob’un kesişiminde beynin merkezine yerleşmiş. Beyninle çip o kadar iyi uyum sağladı ki, bu seni güçlendiriyor. Çip kendini geliştiriyor ve oksipital lob ile serebellum’a da direkt kanallar oluşturdu. Çip beyninden öğrenirken, beyninde çip sayesinde güçleniyor. Seni kontrol altında tutabileceğimizi umuyorduk ama dönüştüğün şeyi kontrol etmemiz çok zor. Bir süre daha seni tek başına bırakıp gözlemleyeceğiz ama sonrasında bizler senin emirlerini dinlemek ve yardım etmek için yanında olacağız. Bunu bilmeni istedim.

 Hanımefendi siz kimsiniz? Bunları söylemek için mi akşamın bu saatinde evime geldiniz? Hem bu deri kıyafetler, göğüs dekoltesi de ne yahu?

Dediğim anda karım geliverdi;

 Hayırdır kocam, kim geldi? Hmm bu kadın kim? Neler konusuyorsunuz?

 Bilmem ki…

 Çok özür dilerim ben yanlış daireye gelmişim. Sanırım asansörde yanlış katta indim. İyi akşamlar.

Kapıdaki kadın hemen gitti, ben kapıyı kapattım; karım ise kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Kendimi rahatsız hissettim. Bir şeyler söylemeye çalıştım.

 Bilmem ki… Kimdi o kadın? Ya bir de gördün mü memelerini.

 Ne memesi adam!?

 Bilmem ki… yanlış dedim heralde, ne memesi ya kuyruğu demedim mi ben? Kuyruğu vardı resmen kadının.

 Bana bak, sen aklınca beni mi kandırıyorsun? Ne konuşuyordunuz o kadınla? Evimizi nereden biliyor? Haa şimdi anladım, bütün o can sıkıntılarını, iletişimsizliğini falan.Demek hayatında başka bir kadın var! Hem de gayet taş gibi bir kadın yahu! Sen bana bunu nasıl yaparsın? Çocuğundan da mı utanmazsın ha!? Defol git bu evden, bir daha seni görmek istemiyorum. Çık git hadi hadi…

Ağzımı açmama fırsat vermeden, kendisi sorup kendisi cevaplayarak, kendi kendine karar vermişti ve beni ittire ittire kapının önüne koyup, kapıyı da üzerime kapatmıştı. Kapının önünde yere çöküp kendi kendime tek söyleyebildiğim şey “Bilmem ki…” olabilmişti.

Yaşadığım can sıkıntıları sonrası, hep böyle çözemediğim bir şekilde, işler ters gidiyordu. Durduk yere göktaşı çarpmışa dönmüştüm. Çöktüğüm yerden kalkıp dışarı çıktım. Hava sonbahar soğuydu ve rüzgarlıydı; ben de üzerime giyecek bir şey bile alamamıştım. Telefonum da evdeydi, cüzdanım da. Dışarıda kapıya gelen kadını görürüm umudundaydım. Hani belki durumu düzeltmek için yardımcı olurdu. 1 saat kadar ellerim ceplerimde öylece dolaştım ama kadından eser yoktu. Sokaktaki gördüğüm kedileri de acaba o mudur diye takip ettim ama bütün kediler sadece kediydi.

Bir yerlerden Einstein falan çıkar mı diye çok bekledim ama bu zor günümde yalnız bırakmışlardı. Beni şaşırtacak bir olay da olmuyordu. Basbayağı dümdüz sıkıcı dünyanın gerçekliğinde yapayalnız üşüyordum. Yakınlarda bulunan bir çocuk parkına gittim ve kapalı kaydıraklardan birinin içine girerek uzandım. En azından beni rüzgardan koruyordu. Zaten yorgun olan bedenim, üşümekten daha da yorulmuştu ve uyuyakalmıştım. Defalarca aynı rüyayı gördüm uykum boyunca. Her seferinde karım bana haksızlık yaptığını söyleyerek özür diliyordu. Yattığım yerde zaten çok rahat olmamama rağmen uykum azınsanmayacak bir süre devam etti. Müezzin sabah ezanını okuduğunda ise uyanmıştım. Sabahın karanlığında ve ayazında yattığım kaydırağın içinden çıktım.

Üşüyordum ve karnım da çok acıkmıştı. Gökyüzüne yayılan şefkatli sabah ezanı, camiiye gitme fikrini getirmişti aklıma. Hızlıca yürüdüm ve camiinin kapısına ulaşarak kendimi içeri attım. Camii sıcacıktı, hemen arkada bir köşeye oturdum ve ısınmanın keyfine vardım. Az bir grup insan sabah namazını kılıyordu ve sanırım beni fark etmemişlerdi. Namaz sonrasında camiinin avlusunda sıcak çorba dağıtılacağı söylendi. Kendimi şanslı hissediyordum. Avluya çıktım ve çorba sırasına girip büyük bir bardak çorba ve tek parça ekmeğimi alarak karnımı da doyurduktan sonra tekrar evimizin olduğu apartmana gittim. Bir kenarda kızımın servisi gelene kadar bekledim. Karım kızımı servise bindirip yolculadıktan sonra ortaya çıktım.

 Karıcığım nasılsın?

 Kocacığım?

 Ne güzel kocacığım dedin öyle ya. Öfken geçti mi?

 Öfken geçti mi derken? Bu halin ne böyle?

 E beni dün kapının önüne koydun ya dinlemeden.

 Öf adam ya, gel eve gir önce. Bak hele bir de pijamalarla çıkmış yahu.

 E senin yüzünden.

 Ya gir şu eve hadi. Kim bilir ne işler geldi başına.

 Bir şey gelmedi bu sefer ya. Ama parkta kaydırağın içerisinde yattım, üşüdüm biraz. Sabah da camiide çorba içtim sıcacık.

 Afiyet olsun manyak adam. Dün akşam kapı çaldıktan sonra baktım gelmiyorsun, kalktım baktım ki çıkmışsın. Heralde önemli bir işi çıktı dedim, sonra uyudum. Sabah uyandığımda da görmeyince işe gitmek için erkenden çıktığını düşündüm. E sen anlat o zaman neler oldu?

 Bilmem ki…

 Öf tamam, ben de bilmem. Ha buarada sabah kapıda bu kediyi buldum bak koltukta yatıyor. Ne güzel bir şey ama değil mi?

 Aaa güzel memeli kadın?

 Ne güzel memeli kadın?

 Bilmem ki…

 Ya gerçekten, ne işler karıştırdın sen dün gece?

 Bilmem ki…

 Sen en iyisi çık git evden ve kendine makul bir açıklama bul öyle gel. Sabah sabah sinirlerimi hoplattın, bak ellerim titremeye başladı.


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir