Bir Kovboy Hikayesi

Mide bulantısı ile gözlerimi açtığım bir gece vakti; kendimi, güneşin kendi sıcaklığından ötürü terlediği bir kovboy kasabasında, ellerim arkamdan bağlı bir halde bulmuş olmam pek sahici gelmeyecektir biliyorum ama sizin inanmamanız, yaşadığım ve şahit olduğum gerçeklikleri değiştirmeyecektir.

Hemen yanımda duran idam direğinde sallanan urgan ve altında duran sehpaya çıkmamı bekleyen kasabalının nefret dolu bakışlarının bana yaşattığı dehşetten dolayı; sadece oradan nasıl kurtulabileceğime dair çözümsel sorgulamalar yapmaya çalışıyordum.

Zor kullanılarak idam sehpasına çıkarıldığımda; kasabalıdan “Bitirin şu hainin işini!” şeklinde bağrışmalar duyuluyordu. Urgan yavaş yavaş boynuma geçirilirken, kurtulmaya yönelik bir çözüm üretememenin çaresizliği ile bunların bir rüya olmasına dair ve bir an önce uyanmaya yönelik arzularım zirveye ulaşmıştı. Uyanabildiğim bir uyku maalesef söz konusu değildi ve altımdaki sehpanın tekmelenmesiyle; kalın urgan boğazımı sıkmaya, ben ise sallanmaya başlamıştım.

İşte bir kovboy kasabasında yaşarken ben böyle öldürüldüm ama sabah olanların bir rüya olduğuna ikna olmuş şekilde yatağımda uyanmıştım.

İşe gitmek için evden çıktığımda, başıma çakılan şiddetli ağrı ile gözlerim karardı. Kulaklarımda “Hain!” bağrışmaları yankılanıyordu. Güçlü bir mide bulantısı tekrar musallat olmuştu bünyeme. Olduğum yerde biraz dinlenip, işe gitmeden önce bir doktora görünmeye karar verdim ve hastaneye doğru yola koyuldum.

Randevum yoktu, doktorun ilk boşluğunda beni görebileceğini söylediler. Bir müddet bekledikten sonra beni doktorun odasına çağırdılar. Yerimden kalktım ve odaya girdim. Doktor oturmam için bir sandalye gösterdi ve şikâyetimi sordu. Sandalyeye oturup gece yaşadığım mide bulantısı ve gerçek gibi olan ama rüya olduğuna inandığım olayı ve sabah tekrardan yaşadığım baş ağrısı, mide bulantısı ve kulaklarımda yankılanan sesleri anlattım.

Anlattıklarım doktorun ilgisini çekmişti. Yerinden kalkarak, odasının kapısını kilitledi. Hiçbir yorum yapmadan, koltuğunun arkasında duran kütüphanesinden çok kalınca bir kitap eline aldı. Önce hızlı bir şekilde sayfaları karıştırdı. Bir şeyler arıyor gibiydi ve çok heyecanlı görünüyordu. Kitabın sonlarına yakın bir sayfada durdu ve içinden hızlı hızlı okumaya başladı. Yüzü kitaba doğru yönelmiş durumda, sessiz bir şekilde dudakları oynuyordu. Beni ise stres kaplamıştı. Bayağı kötü bir hastalığın pençesinde olmalıydım.

Doktor okumasına devam ederken, ben; kalan ömrümü nasıl yaşamalıyım ve neler yapmalıyım üzerine zihnimi yormaya başlamıştım bile. Tabii bunun için bana biçilen ömrün ne olduğunu bilsem iyi olurdu. Ben yine de 6 ay ile 1 yıl arasında bir süre olacağı varsayımını kabullenmiştim bile. İlk olarak iş yerime gidip artık çalışmayacağımı bildirmem gerekir diye düşündüm. Akabinde hayatı dolu dolu yaşamak için keyifli ve eğlenceli çılgınlıklar kurmaya çalışsam da olmadı.

Ölüm bu kadar yakınken, dünyevi maceraların pek de keyif vermeyeceğini anladım. Yeni bir şeyler öğrenmek için de heves bulamadım içimde. Tüm bu sürenin ağlayarak ve dövünerek geçirilemeyeceğinden de emindim. Çılgın eğlenceler olmasa da basit yollarla zaman öldürebilirdim. Sabahtan akşama konsol oyunu oynar, sabah kahvaltıda cips yiyip kola içebilirdim mesela. Bunları yaptığım için de hiçbir vicdani huzursuzluk çekmeyecektim.

Ben tüm bunlara dalıp gitmişken, doktor kafasını kitaptan kaldırdı ve

“ To tapa ilen sutangu, yu ver monahu!” dedi.

Bana ise hunharca “Ha?” demek düşmüştü.

Sen hasta değilsin.

A ölmeyecek miyim?

 Şu sıralar ölmen için bir sebep yok.

E ben gideyim o zaman.

 Otur oturduğun yere. Neler olduğunu hiç mi merak etmiyorsun?

 Ya işte garip rüyalar gördüm, midem bulandı falan. Size geldim siz de hasta olmadığımı söylediniz. Şimdi çıkıp muayene ücretini ödeyeceğim.

 Tamam o zaman siktir ol git.

 Oha, doktora bak ya, manyak çıktı. Şikâyet edeceğim sizi.

 Geri zekâlı! Hiç mi merak etmiyorsun ya?

  Ağzınızı toplayın da Hipokrat’ı utandırmayın rica ederim.

 Lan, 200 yıllık bir ruh seninle temasa geçmeye çalışıyor.

  Ben inanmam öyle şeylere. Siz nasıl bilim adamısınız ya?

 Tamam ya, hadi hadi çek git. 200 yıl önce, Kızılderililerle arkadaş olan ve onlara yardım ettiği için kasaba halkı tarafından hain ilan edilip asılan kovboyun ruhu illaki anlatır sana kendini. Tıpış tıpış bana geri geleceksin.

Hayatta da bir daha sana uğramam. Kafayı çizmişsin sen.

Kapının kilidini açarak hızla odadan dışarı çıktım ve parayı ödemek için bankoya ilerledim. Bankoda görevli genç kıza kredi kartımı uzattım.

  Buyurun buradan çekin lütfen muayene ücretimi.

  Beyefendi, doktor sizi gördükten sonra alıyoruz ücreti. Hem belki ek bir şeyler ister.

 Tamam işte doktor gördü ya beni.

 Şaka yapıyorsunuz sanırım. Doktor bey daha müsait olmadı.

 Asıl siz şaka yapıyor olmalısınız, daha demin beni şuradaki odaya çağırmadınız mı?

 Tamam ama orası doktor odası değil, biraz uzun beklemeniz gerekebilir diye sizi VIP bekleme odasına almıştık.

 VIP bekleme odası mı? E içeride doktor vardı.

 Hayır beyefendi, içeride kimsenin olmaması gerekiyor.

 Ben bir gidip tekrar bakayım şu odaya.

 Tabii buyurun bakın lütfen, hatta beklemeye devam edebilirsiniz. Doktor bey müsait olunca biz sizi çağıracağız. O zamana kadar içeride kitap okuyabilirsiniz. İçecek ve atıştırmalıklarımız da mevcuttur.

Seri adımlarla az önce çıktığım odaya doğru ilerledim ve kapıyı açarak içeri girdim. Odada kimseler yoktu. Bir kütüphane, masa, koltuk, sandalyeler ve de yiyecek-içeceklerin bulunduğu servis masası bulunuyordu. Gerçekten de özel bir bekleme odasına benziyordu. Sarsılmış hissediyordum. Kendimi toparlamak ve dinlenmek için koltuğa uzandım ve bir şekerleme yapma planı içerisindeydim. Gözlerim kapandı, kendimden geçiverdim.

Şiddetli bir mide bulantısıyla gözlerimi açtığımda gökyüzünü gördüm. Yerimden doğrulup kalktığımda bir ateşin yanı başında uzandığımı ve ateşin etrafında onlarca Kızılderili çadırı kurulu olduğunu gördüm. Etrafta benden başka kimse bulunmuyordu. Ayağa kalktım ve kalktığım anda başım dönmeye başladı. Sallana sallana en yakın çadıra doğru ilerledim. Çadırdan içeri adımımı atmak üzereyken, içerden dışarıya ay ışığı gibi parlayan, çok güzel genç bir Kızılderili kızı çıktı.

 Niçin ayaklandın? Ben de seni kendine getirmek için ekinezya kaynatmıştım.

 Kendimi iyi hissetmiyorum ama burada ne yaptığımı, senin kim olduğunu da bilmiyorum. Bana açıklar mısın?

 Boru otunu çok içtiğin için kendinden geçtin. Ah ya, sana içme dedim o kadar. Mide bulanması ve baş dönmesi normal ama beni bile hatırlamayacak kadar bir etki yapmasına şaşırdım. Gel sevgilim, şu çayı iç, iyi gelecektir.

  Sevgilim ha, seni üzmek ve kızdırmak istemem ama adını da sorabilir miyim?

 Yo yo kızmam, sen iyi ol da. Adım Chosovi.

 Chosovi, sana bir şey söylemem gerek.

 Söyle sevgilim.

 Beni asacaklar biliyor musun?

  Biliyorum, seni asmadan önce de beni ve tüm kabilemi öldürüyorlar zaten.

 Öyleyse biz… Nasıl olur?

 Bilmiyorum ama hissettiklerimle mutluyum, bilmesem de olur.

İşte bu anlattığım; yani yaşamış olduğum ama inatla inanmadığınız hikayenin devamını sormak isterseniz;

Sormayın.

Bilmeseniz de olur.


Story & Image Copyright: OTahirZGN 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir