Diş Ağrısı

Bir Eylül gecesiydi ve Gonzi eve oldukça geç dönmüştü. Kapıyı anahtarıyla açtığında, karşısında gözlerini kapıya dikmiş ve kapının açılmasıyla heyecanlanıp hareketlenerek çılgın gibi kuyruk sallayan köpeğiyle karşılaştı.

Köpeği onun yalnızlığa mahkûmiyetine bir reddiyeydi. Köpeğini sevmek için eğildiği anda köpek de mutlulukla üzerine atlamış, yüzünü yalıyordu.

Bu büyük sevgi gösterisi ödüllendirilmeliydi. Kalktı, köpeğinin tasmasını taktı ve gezdirmek için dışarı çıkardı.

Uzun bir gezintinin ardından eve doğru yola koyulmuşlardı.

Aniden duruverdi gecenin sessizliğinde ve güçlü bir hapşırıkla tüm sessizliği devirdi. Hapşırırken ağzından fırlayan bir şey gördü ve sonrasında ağzını kontrol ederken, yıllar önce yapılan üst sağ 2 numaralı protez dişinin olmadığını anladı. O an tüm keyfi göçüp gitmişti.

Düşen dişini, acaba bir işe yarar mı, en azından geçici olarak diye aramaya koyuldu. Cep telefonunun ışığını yaktı ve dişin fırladığı yöndeki çimlere diz çökerek iyice eğildi. Bir elinde telefon ve köpeğinin tasması, bir eli çimlerin arasında ve kafası çimlere neredeyse gömülü bir halde azimle arıyordu dişini.

Işığın parlaklığı beyaz küçük bir cisme çarptı ve hemen elini o cisme yönlendirdi. Bir diş bulmuştu sonunda. Parmaklarıyla bulduğu dişi çevirerek inceledi ama bu kendi dişi değildi. Fakat çok tanıdık geliyordu bulduğu diş. Çimlerin üzerine oturdu, bulduğu dişi bir müddet inceledi ve gözlerinden yaşlar akıverdi. Köpeğine sarıldı sıkı sıkı ve onunla konuşmaya başladı;

ZAK ayracı.jpg
dialog2.jpg Bak Bilbo, bu dişin babamın dişi olduğuna o kadar eminim ki. Gözümde canlandı birden babam. Biliyorsun benim bir zamanlar yani ben daha çok küçükken babam vardı. Tek taraflı bir savaş ortamında ölümüne şahit olmuştum. Henüz 10 yaşında bir çocuktum. Sokağa çıkmak çok tehlikeliydi, ama 3 gündür evde yiyecek bir şey kalmamıştı. Çok acıkmıştım ve sadece “ Ne zaman bir şeyler yiyeceğiz?” diye sormuştum.

dialog2.jpg Ah keşke sormasaydım!

dialog2.jpg Babam birden fırlayıp, ekmek getirmeye gittiğini söylemişti. Ama işte kurşun sebep sormamıştı ve babamın ensesinden girip, yüzünü parçalayarak çıkmıştı. Sonradan görmüştüm, yüzü tanınmaz haldeydi, dişleri ise yerinde sapasağlam duruyordu. Hiç unutamıyorum, aklıma kazındı o dişler.

O sırada Bilbo kafayı eğmiş üzgün bir şekilde alttan alta bakıyordu Gonzi’ye.

Gonzi iyice eski günlere gitmişti. Annesiyle olan konuşmaları ziyaret ediyordu aklını;

ZAK ayracı.jpg
baloncuk.jpg Anne çok açım, babam niye gitti Tanrı’nın yanına şimdi. Acelesi mi vardı. Bari ekmekleri bıraksaydı.

baloncuk.jpg Tanrı onu çağırdı demek .

baloncuk.jpg Tanrı niye çocukları aç babaları, ekmeklerini eve bırakmadan çağırır ki? Bilmiyor mu burada savaş olduğunu?

baloncuk.jpg Bilmez olur mu, biliyordur tabii ama her şeyin en iyisini o bilir.

baloncuk.jpg Keşke benim aç ve korkuyor olduğumu da bilseydi.

baloncuk.jpg Biliyordur oğlum.

baloncuk.jpg Hayır, bilseydi böyle yapmazdı. Kesin savaş var, ışıklar kapalı diye görmedi beni. Sesimi de duymadı bomba seslerinden.

baloncuk.jpg Duymuştur, sen Tanrı’ya güven.

baloncuk.jpg Güveniyorum anne, ama bizim ne suçumuz var? Şu savaşı durdursa ya artık.

baloncuk.jpg Sonsuza dek süren savaş yoktur oğlum. İnsanın insana ettiği bunlar.

baloncuk.jpg Anne, ya Tanrı bizi de çağırıyorsa ama biz duymadıysak? Kızmaz mı bize?

baloncuk.jpg Çağırsaydı duyardık emin olabilirsin.

baloncuk.jpg Anne, sen ağlıyorsun ama.

baloncuk.jpg Ağlamak bazen elimiz de kalan en güçlü duadır.

baloncuk.jpg Hm. Anne, Cennette Playstation var mıdır sence?

baloncuk.jpg Daha iyileri de vardır heralde.

baloncuk.jpg Tanrı babamı çağırdıysa, kesin cenneti geziyordur babam. Hep merak ederdi. Playstation da oynuyordur belki.

baloncuk.jpg Öyledir tabii.

baloncuk.jpg Anne ışıklara bak, her yer aydınlandı…

baloncuk.jpg Araçların farları, dikkatli olmalıyız yere yat, burada olduğumuzu anlamasınlar.

ZAK ayracı.jpg
dialog2.jpg Ah Bilbo ah, o gün anlamamışlardı ama babamın cesedini kapının önüne bırakmışlardı. O zaman gördüm babamın halini. Üç beş gün sonra tüm evleri aramaya koyulduklarında buldular bizi. Annemi sürükleyerek bir yerlere götürdüler, bir daha görmedim. Beni ise çocuklarla dolu başka bir yere. Tanrıya sesimi duyurmak için çok bağırdım ama duyuramadım.

dialog2.jpg Çocukların olduğu yerde bizlere her gün sadece şekerleme, tatlı ve çikolata veriyorlardı. Normal bir yemek yemiyorduk. Yediğimiz şekerler sonucu vücutlarımızda yüksek dozda insülin üretimi oluyordu haliyle. Tüm gün makinelere bağlı dolaşıyorduk. Makineler vücudumuzdaki kanı bir taraftan alıp insülini ayrıştırarak diğer taraftan geri vücutlarımıza döndürüyordu. Yani anlayacağın bu bir insülin savaşıydı. Basit şekerden insülin vasıtasıyla enerji elde edip birçok alanda kullanabileceklerini keşfeden bir ülkenin, saf insülin depolama girişimi üzerine kurulmuş, küresel tehdit ve terör bahanesine sığınılmış garip bir savaştı yaşadığımız. Bunları çok sonra anlayabildik.

dialog2.jpg İşte o günlerde bütün çocukların haliyle dişleri çürüdü. 3 yıl sonra savaş bittiği gün, bütün çocukları salıverdiler ama annelerimizi bulamıyorduk. Devlet hepimizi sağlık kontrolünden geçirdi, yaralarımız, hastalıklarımız ve çürük bütün dişlerimiz tedavi edildi ve yapıldı. Sonrasında 12 yaş ve altı devlet koruması ve bakımına alındı. Ben ise 13 yaşında olduğum için bir başıma kalmıştım. Sokaklarda su satarak para kazanmaya çalıştım. Marketlerin arka bahçelerinde depoladıkları depozitolu şişeleri çalıp başka marketlere götürerek de iyi para topluyordum. Biliyorum annem olsaydı bana kızardı ve bu yaptığımın Tanrıyı kızdıracağını söylerdi. Ama ben de kızgındım Tanrıya, o sebeple onu kızdırmak umurumda değildi. Hem zaten hayata bu şekilde tutunabilmiştim, başka da bir çare bulamıyordum. Topladığım paralarla gidip ucuz marketlerden bisküvi, atıştırmalık bir şeyler alıyordum. Sonra da trafiğin en yoğun zamanında çıkıp yolda açlığını bastırmak isteyen insanlara aldığımın 3 katına satıyordum. Diğer çocuklar okula giderken ben çalışıyordum işte. Az miktar biriktirdiğim parayla 3 tekerli, sepetli bir motosiklet aldım. Getir götür işleri derken kazandığım paralar arttı ve…

dialog2.jpg Neyse işte bugünlere geldim be Bilbo, geldim de ne oldu sanki? Hayatımda bir tek sen varsın, bir tek seninle konuşabiliyorum. Tanrıyla da konuşmuyorum biliyorsun.

dialog2.jpg Şimdi 40 yaşındayım ve nedendir o eski kötü günlerden kalan dişimin peşindeyim. Lanet olsun Bilbo, istemiyorum artık o dişi.

ZAK ayracı.jpg
Gonzi, Bilbo’ya sarılı bir şekilde çimlerin üzerinde uyuya kaldı tüm monologlarının noktasında.

Sabah serinliğine ulaşan gece boyunca, ne Gonzi’nin ne de Bilbo’nun hareket ettiğine hiçbir çimen ve toprak ve hatta gök şahit olmadı.

Ebabil kuşları ise duydukları sesleri aktarıyorlardı yeryüzüne;

“Bak Bilbo, babam Playstation oynuyor!
Annem’e bak yüzüyor!
Yüzmeyi öğrenmiş sonunda.”


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir