Bay sahip,

Ne o şaşırdın mı?

Resmi bir giriş oldu gibi değil mi?

E bugüne kadar sana sahip dememe itiraz etmediysen, Bay dememe de şaşırmaman gerekirdi.

Neden mi böyle bir giriş yaptım?

İnsanların içinde bulunduğu hezeyanların gün yüzüne çıkmasıdır amacım.

Siz değil misiniz ki hayvanlar gibi hiyerarşik bir düzen peşinden koşan ve ancak hiyerarşik düzenler kurabilen. Eminim hiyerarşiden öte bir sistem kurmayı düşününce beyniniz hata üstüne hata veriyordur. Aranızda anarşist felsefeyi savunanlarınız az da olsa var olmasına varlar ama onların bile realitede tam kafalarındakini nasıl sergileyebileceklerinden ya da kafalarının ne kadar net olduğundan emin değilim. Zaten ezici çoğunluğunuz anarşistleri kötü insanlar diye bilirsiniz.

Eh ne diyelim o zaman, sakın ola orada burada gördüğünüz “en zengin 26 kişinin toplam serveti dünya nüfusunun yarısının servetine eşit düşüyor.”haberlerini görüp de küfür etme hakkını kendinizde görmeyiniz. Hafazanallah; anarşik olarak addedilebilirsiniz. Siz de çalışsaydınız da 27. kişi olarak saf tutsaydınız efendim. Değil mi ama!

Hahaha sinirin bozuldu değil mi?

Bu konularda ahkâm kesmek derdinde değilim ve bu konular beni pek ilgilendirmiyor. Hayat sizin, düzen sizin, akıl sizin. Oturun kendinizce en iyisi neyse bulun, yapın ve yaşayın ama ben sizin henüz hayvandan çok uzaklaşamadığınızı düşünüyorum. Bunları laf olsun diye söylediğimi sen de biliyorsun. Benim tek amacım sana şöyle bir bulaşmak. Bu haberi de görünce, sırf sinirin bozulsun diye paylaşmak istedim. Eminim ki bu konuda yeterli seviyede başarılı olabildim. Ne mutlu bana.

Bakma bana öyle, ruhlarda bazen sahiplerinin sinirini bozarak mutlu oluyorlardır belki. Hatta sanki. Sanki değil öyle. En azından benim için öyle olabiliyor bazı bazı.

Neyse geçelim.

Aslında ben sana kötülüğün gerçek kaynağını, kapitalist toplumun bugünkü ekonomik anarşisi olarak adlandıran Einstein büyüğümüzün, zaman kavramına kafayı takarak modern fiziğin kapılarını açmasıyla beraber aklımı kurcalayan bir iki şey soracaktım.

Bu yüce ağabeyimiz, Işık hızında zamanın durması fikri üzerine; İvmeli hareket eden cisimlerin ışık hızına varamayacağını ve sonuç olarak da kütleye sahip olan şeylerin ışık hızına çıkamayacağını söylediğinde aslında kütleye sahip olan her şey ivmeli hareket etmek zorundadır demiş olmuştur ya. (Sonrasında farklı şeylere evrildimi bu söylem bilmiyorum ama ben burayla ilgiliyim.)

İşte tam olarak ben ve ruhtan arkadaşlarım bu konuya takıldık.

Biz ruhların kütlesi var mıdır?

Bize kütlemiz yok gibi geliyor. Hareketlerimiz ivmeli mi, değil mi; onu da ölçülendiremiyoruz.

Eğer bizlerin kütlesi yok ise, bizler de ışık hızında hareket ediyor olabilir miyiz?


Yahut foton parçacıkları dışında kimse o hızda hareket etmiyor da her kütlesiz parçacığın kendine has sabit bir hızı mı vardır?

Peki ya sizin duygularınız? Duygularınızın bir ağırlığı bir kütlesi var mıdır? Yahut ivmesi?

Sanki duygularınız belirli bir ivmeye sahip gibi geliyor bana. Hani bazen aşırı hızdan savrulup, bazen de yavaşlıyorlar, iniyorlar ve çıkıyorlar gibiler. Yoksa her saniye tattığınız ve yaşadığınız duygular, tamamen birbirlerinden bağımsız ama bir yandan da bir bütünün parçaları mıdır?

Çok karmaşık değil misiniz sizce de? Karmaşıksınız ve bu karmaşıklığınız bize de yansıyor.

Mesela şuraya bak yahu, bir mektup yazdım güya; başı ayrı, kıçı ayrı. Özünde ne diyor bu mektup; hiç! Odaklanmamış bir mektup anlamını arıyor belki de senin düşüncelerinde. Ama sen de seversin ne idiği belirsiz yazmaların peşinden koşmayı.

Ben iyisi mi bu mektubu, bir yazısında; Karl Marx’ın kapitalist üretimin özellikle sanata ve şiire düşman olduğu sözünden yola çıkarak; kapitalist toplumda şiirin bir kenara atılmasını; kapitalist üretim açısından elverişli bulunmadığından ve kapitalist toplumun doğanın sessizliğine hayran bırakılarak, bu sessizliği bozan dilin kendisiyle özdeşleşen şiirin, bilerek itibarsızlaştırıldığını söyleyen Cemal Süreya’nın bir şiiriyle sonlandırayım.

Az Yaşadıksa da
ben kibriti çaktığım zaman
her şey kırmızıydı yüzün olarak
ben kibriti çaktığım zaman
çünkü her yüz bir memlekettir

ben sigaramı yaktığım zaman
çünkü her sigara bir kelimedir
ben sigaramı yaktığım zaman
güz günleriydi bir şarkı olarak

bir güvercin ben öldüğüm zaman
nice hüzünlerden yaprak yaprak
bir güvercin ben öldüğüm zaman


Bu arada, ben sana aslında 4. Mektubumda da Bay Sahip diye hitap etmiştim ama bu mektupta; ne o şaşırdın değil mi diyerek şaşırmana yol açtım. İşte ne kadar karmaşık olsanız da, bir o kadar da basitsiniz. Çok da güzel manipüle ediliyorsunuz maşallah.

Hadi sen artık otur ve siyah ile beyazın niçin aslında aynı olduğunu bir müddet düşün. İçinde bulunan kara deliklere, bir de ışığın varlığının olmadığı bir evrenin hayaliyle yeniden bak. Tabii önce nasıl bakılması gerektiğini bulabilirsen.

Ben senden umutluyum. Sen de bir gün bulaşıkları yıkarken oluşan köpük baloncuklarının ilhamıyla şeffaflığın aslında o kadar da şeffaf olmadığına karşı anlam kazanabileceksin.

Baybay, Bay Sahip!


Story & Image Copyright: OTahirZGN

ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir