Konfüzyon

Tarih 12 Ekim 2018 Saat: 03.26

Gecenin sabaha dönmek üzere ilerlediği bu saatlerde, derin bir uyku içerisinde, mışıl mışıldım. Birden kapı zili çalındı. Rüyada olsam gerek diye düşündüm ama artık kapı yumruklanıyordu. Yerimden doğruldum ve etrafıma bakındım. Her yer kapkaranlıktı ama kapı yumruklanmaya devam ediyordu.

“ Bismillah… Bu saatte kim acaba, bir sıkıntı olmalı.” diye söylenerek kapıya doğru ilerledim.

Işıkları yaktım öncelikle, sonra da kapı deliğinden baktım. Kapının diğer tarafında duran adamı bir an için tanıyamadım.

“Kim o? Kim var orada?” diye seslendim.

Tahir Özgen aç kapıyı benim, Doktor!” diye cevap geldi kapının diğer tarafından.

Şaşırmıştım, delikten bir daha baktım ve hatırladım. Kapının diğer tarafında gerçekten Doktor duruyordu, ama kendisini sadece Kıraathane ’den tanıyordum. Kıraathane, birbirini hiç tanımayan insanların bir araya gelerek, yazdıkları yazıları paylaştıkları bir ortamdı. Hemen kapıyı açtım.

 Doktor? Hayrola, gecenin bu saatinde ne oldu?

 Yardımına ihtiyacım var, rahatsız ettim ama yardım etmen gerekiyor.

 Ya gel bir içeri, soluklan. Sen benim adresimi nereden biliyordun?

 Buldum işte, ama içeri geçemem, hemen benimle gelmelisin. Vakit kaybedemeyiz. Çabuk ol lütfen.

 Dur üzerimi değiştireyim. Hay Allah! Neler oluyor anlamadım ki…

 Ben üzerimi değiştirmeye gitmeden, Doktor arkasında tuttuğu spreyi çıkartıp, yüzüme doğru püskürttü. Hızla başım döndü ve gözlerim karardı; bayılmıştım.

Kendime geldiğimde midem bulanıyordu ve karanlık bir bodrum katında kilitli idim. Kimsecikler yoktu etrafımda. Bir süre içinde bulunduğum odayı inceledim; küf kokan, nemli ve bazı atık eşyaların bulunduğu bir ortamdı. Doktor ’un bunu bana neden yaptığını anlamak istedim ama elde yeterli veri olmadığından; mümkün değildi bu. Pijamalarım hala üzerimdeydi, oda soğuktu ve akıllı telefonum yanımda değildi.

Odanın kapısını açmayı denedim ama başaramadım. Zincirlenmiş, demir bir kapıydı. Tekmeleyerek bağrındım;

“Hey Doktor! Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın nedir?”

Kapının dışından hiç ses gelmiyordu. Birden kolumda takılı olan, kızımın GPSli ve sim kartlı, pembe akıllı saati geldi aklıma. Akşam oyun oynarken kolumda kalmış olmalıydı. Saat’i kurcaladım biraz ama hat çekmiyordu. Bulunduğum odanın içerisinde çekebileceği bir nokta bulmak için dolandım. En sonunda bir noktada hattı yakalamıştım, hiç hareket etmeden önce nerede olduğumu anlamak üzere konum bilgisi aldım. Mecidiyeköy civarında bir nokta gösteriyordu saat. Sesli komutlar vererek, saat üzerinden internete çıkmaya çalışırken, son kaydedilen videolar bölümüne gözüm takıldı. En son kayıtın başlangıç saati 12 Ekim 03.45 ‘i gösteriyordu. Hemen videoyu açıverdim. Saat, görüntüleri karşı duvara yansıtıyordu. Altı üstü 169 TL ye aldığım saat ’in maharetlerine şaşırıp hayran kalmıştım.

Video gösterime başlamıştı. Kayıt bayıltıldığım andan itibaren başlıyordu. Daha sonra öğrendim ki; saatin vücuttaki kasları takip edebilme yetisi varmış ve kaslar ani bir şekilde gevşediği an, video kayda başlayıp ilgili kişilerin telefonlarına da sinyal gönderiyormuş. Muhtemelen benim de telefonumda bildirim beklemekteydi.

Videoda bulunan görüntü ve konuşmalar, kısmen de olsa durum hakkında bilgi edinmemi sağladı;

Doktor beni bayılttığı anda, apartmanda bir kişi daha beliriyordu ve beni beraber taşıyorlardı. Aralarında geçen konuşmalardan, diğer kişinin de Kıraathane ‘den Şahin olduğunu anladım. Devamında ise, kaçırılma sebebim aydınlanıyordu:

Benim yazılarım insanlar için vakit kaybı olarak görüldüğünden, Kıraathane ’ye katılımı azaltmaya başlamış. Artık bana tahammül edemediklerinden, beni uzaklaştırmak amacıyla kaçırıp, buraya tıkmışlar. . Tüm bunları gözlerimden yaşlar gelerek izledim. Olduğum yere yığıldım.

Yığıldım yerde, yanıma minik bir fare geldi ve üzerime çıkıverdi. Omzumda durup, yanağımdan akan gözyaşlarımı minik elleriyle sildi.

“Ah be farecik, bugüne kadar hep yanlış anlaşıldım, daha doğrusu anlaşılamadım. Şimdi sen de gözyaşlarımı siliyorsun ama yakında sırtını dönersin sen de bana”

Fare, kolumdan aşağı doğru yürüdü, üzerimden indi ve karanlıkta kayboldu; fakat geri geldi. Geldiğinde bir dilim pizza parçası vardı yanında; pizza dilimini bana uzattı. Gerçekten de çok açtım ve bu ikram karşısında çok mutlu olmuştum. Bütün pizza dilimini hızlıca yedim. Çok kısa bir süre sonrasında küçülmeye ve değişmeye başladım. Ben de artık minik bir fareye dönüşmüştüm. Fare hareketlendi ve küçük bir el hareketiyle kendisini takip etmemi istedi. Ben de takibe koyuldum. Ufacık deliklerden geçerek dışarı çıkmıştık. Çıktığım noktada kafamı kaldırdığımda bir insan ile karşılaştım. Bana doğru eğildi.

“Demek ki kaçabildin, bravo sana.”

Sonra üzerime bir damla damlattı. Bu damla beni tekrar eski insan halime dönüştürmüştü. Karşımdaki kişinin, eğlenceli kodlama yazıları yazan Tatar olduğunu fark ediverdim.

Tam sarılıp teşekkür edecektim ki, şüphelendim: “Benim o fare olduğumu ve bir yerden kaçtığımı nereden anlamıştı ve burada ne işi vardı acaba?”

 Korkma, anlıyorum benden şüpheleniyorsun ama açıklayabilirim.

 Nasıl bir açıklama yapacaksın merak ediyorum.

 Biliyorsun, sokak lambalarında israfı önlemek üzere kodlama yapıyordum. Dün gece de bazı denemeler yapmak için sokaklarda bulunurken; Şahin ve Doktor ’u  gördüm. Onlar beni fark etmemişlerdi. Yanlarına gitmeden konuştuklarına kulak misafiri oldum. Planları karşısında sarsıldım.

 Ya nasıl böyle bir plan yapabilirler anlayamıyorum. Gerçekten tahammül edilemeyecek bir adam mı oldum ben?

 Hayır, hayır, onlar da aslında kendilerinde değiller. Şöyle ki;
Kıraathaneyi yok etmek isteyen sosyal medya yöneticileri, karanlık yapay zekâlar üretmişler. Amaçları; oluşan yazı topluluğunda aktif olan insanları dönüştürmek ve Kıraathanedeki insanları birbirine düşürerek, bu ortamı bitirmek. Çünkü bu akım devam ederse, yaygınlaşmaya çok müsait. Haberdar olan insanların ilgisini çekiyor ve katılım artıyor. Hatta başka yerlerde başka Kıraathanelerde benzer etkinlikler yapılması için organize olan insanlar var. Sosyal medya için büyük bir tehlike olarak görülüyor. Bunun yaygınlaşması; insanların sosyal medyada daha az vakit geçirmesi anlamına geliyor. Doktor ve Şahin; Kıraathanede yerde buldukları bir yazıyı okuduktan sonra dönüşmüşler. Çok acayip; ama artık basit bir kâğıt parçasında bulunan yazılar, aslında çok ciddi anlamda gelişmiş yapay zekâlar olabiliyor. Bu yazı görünümlü yapay zekâları okuyunca, insanların zihinlerini ele geçiriyorlar. Ayrıca, son zamanlarda Kıraathanedeki çay, kahve fiyatlarının da artmasını sağlayan bu sosyal medya yöneticileriymiş. Kıraathanedeki ürünler pahalanınca, insanlar daha az gelmeye başlamıştı.

 Sen bunları nereden biliyorsun?

 Doktor ve Şahin’in konuşmalarına şahit olunca Beşir’i aradım. Durumu anlattım. O da bana bunları anlattı.

 İyi de, o nereden biliyormuş?

 Beşir’i bilirsin, bilimkurgu yazmayı çok sever. Aynı zamanda, kendisi gizli çalışmalar da yapıyormuş ve yaptığı çalışmalarla yazdıklarını simüle etme amacındaymış. Her neyse; evde paralel evrenler üzerine çalışma yaparken, evrenler arası geçiş yapılabilen bir kapı bulmuş. Bu kapıyı incelemiş, üzerinde çalışmış ve çoğaltmayı da başarmış. Bu sayede, birçok kapı ile paralel evrenler arasında gidip gelebiliyormuş. Gidiş, gelişleri esnasında kapıları kodlayarak iki evren arasında farklı zaman ve mekân değişimleri arasında geçiş yapabildiğini de görmüş. İşte; farklı farklı geliş ve gidişlerinde bu konuyu araştırmak için geçmişte ve gelecekte değişik mekânlarda bulunarak duruma hâkim olabilmiş.

 Olaylara bak ya, aklım almıyor. Peki, ben nasıl fareye dönüştüm ve nasıl beni geri döndürdün?

 Senin yanına gönderdiğim fare bir Androitti aslında. Bu fareyi de Beşir gelecek ziyaretleri yaptığı sırada görmüş ve planlarını çalmış. Bana aktardı ve ben de bir benzerini tasarlayarak, programladım. Ha bu arada, kolundaki saat ’i de, sen uyurken, o gelip takmış koluna. Senin aldığın dandik saat değil aslında o. Neyse, seni kaçırırken Doktor ve Şahin’e direkt bir müdahalede bulunmak istemedik; çünkü bir zarar görüp görmeyeceklerinden emin olamadık. Zarar görmelerini istemeyiz.  Beşir sadece okudukları yazıyı, geçmişe giderek yok etmenin yollarını arıyor; fakat nasıl bir yapay zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu bilmediğimizden, Beşir’in dönüştürülme ihtimalini göze alamadım ve şimdilik oraya müdahale etmesini istemedim. Beşir dönüşürse, çok büyük sıkıntı çekebiliriz.

  E peki ben nasıl fare oldum?

 O konuda çok emin değildik ama senin hayal gücüne güvendik. Sana ulaştırdığımız pizza diliminin içerisine, kendi hazırladığım bir kimyasal programcık yerleştirdim. Kanına karıştığı anda; senin hayal gücünü tetikleyecek ve sende fare olduğuna dair güçlü bir inanış belirecekti. Beyninde oluşan bu inanış, senin bir müddet fareye dönüşmeni sağlar diye umut ettik. Başarılı olacağından emin değildim ama oldu işte.

 Kimyasal programcık ne yahu?

 Karışık ve gizli bir bilgi, ama özet olarak artık yazdığımız programları kimyasallara yükleyebiliyoruz. Bu programlar kana karışınca çok hızlı şekilde beyinde ilgili programı aktif hale getirip yüklüyorlar. Bir nevi virüs aslında.

 E şimdi Doktor ve Şahin neredeler?

 Beşir onlarla ilgileniyor şu anda. Paralel evrenler arasında geçmiş, gelecek noktalara geçişler yaptırarak düzeltmeye çalışıyor onları. Komik gelecektir ama paralel evrende Şahin doktor olmuş ve lidokain üzerine araştırmalar yapıyormuş.

 Ya Doktor?

 O da en son bir proje çalışması yaparken görülmüş. Sen onları boş ver, Beşir ve ben durumu kontrol altına almak üzereyiz. Sen şimdi git dinlen, sana ihtiyacımız olduğunda muhakkak seninle temasa geçeceğiz.

 Vay be, siz ikiniz; Tatar ve Beşir, Kıraathaneye sızan karanlık yapay zekâlara karşı büyük bir mücadele içerisindesiniz ve benden gidip dinlenmemi mi istiyorsunuz? Hayır, hayır, kesinlikle yanınızdayım. Bana bir görev verin.

 Tamam, o zaman iyi dinle; sana görevini açıklıyorum.

Tatar tam bana görevimi anlatıyorken, kulaklarımda çok yüksek tonda kapı zilinin sesi belirdi. Tatar  karşımda konuşuyor ama hiçbir şey duymuyordum. Kapı zilinin melodisi kulağımdan hiç gitmiyordu. Bana verilen görevin tek bir kelimesini bile anlamıyordum. Nefesim kesildi; bu sesten kurtulmak için bağırmak istedim ama sesim çıkmıyordu. Karşımda konuşan Tatar  ise çırpınmalarımı fark edemiyordu.

Ve birden yüksek bir çığlık attım. Etrafıma bakındım; sabah olmuş, ter içerisinde yataktan fırlamıştım. Biraz soluklandım. Her şey ’in bir rüya olduğunu kabullendim. Üzerimdeki tişörtü çıkardım ve terimi sildim. Kapı zili çalmaya devam ediyordu. Tişörtü bir kenara fırlattım ve “Günaydın” diyerek açtım kapıyı.

Karşımda alt komşum Anna duruyordu.

 Günay… Şey yanlış zamanda geldim galiba.

 Yo yo, terlemiştim ondan tişörtü çıkarmıştım, sakıncası yok. Hayırdır sabahın bu saatinde?

 Şey onu demiyorum… Ya ben bir kâse lidokain isteyecektim, evde kalmamış ama… Neyse yanlış zaman, ben gideyim.

Hızla uzaklaştı hatta resmen kaçtı diyebilirim. Duruma anlam veremedim ve kafamı kaşıyarak kapıyı kapattım. Yüzümü yıkayarak kendime gelebilmek için banyoya gittim. Banyonun ışığını açtım, şöyle bir güzel gerindim ve aynaya baktım. Aynaya baktığımda yüzümün silinmeye başladığını fark ettim. Korka korka geri adımlarla uzaklaşmaya çalışırken, arkamda açılan bir geçitten düşüverdim.

Kendimi burada bunları yazarken buldum. Neler yazdığımı bilmiyorum, şimdi baştan okuyarak tüm yaşananları anlamaya çalışacağım.


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir