Sancılı Abuklamalar

Mutsuz olmak için o kadar çok sebep var ki etrafımızda, mutlu olabilmek ahlaksızlık gibi geliyor bazen.

Bugün akşam saatlerinde, Mecidiyeköy sokaklarında kendi halinde gözlüklü mahcup bir adam, elinde üç beş kalem ve sakız. Elindekileri satıp para kazanabilmek için insanların peşinden koşturuyor. Yanından geçerken elimi cebime attım bir 10 tl çıkardım eline tutuşturdum ve hadi bir sakız alayım dedim ve tam yoluma koyulacakken, bu çok fazla ama deyiverdi. O an kalbime bir bıçak gibi saplanıverdi bakışları. Tamamdır fazla değil diyebildim ben de mahcuplaşarak. Arkamdan hakkını helal et diye seslendi. O andan itibaren içim daralıyor. Adamın bakışları, seslenişi gözümün önünden ve kulaklarımdan gitmiyor. İçim sızlıyor. Bir ilaç arıyorum kendimi rahatlatacak, eve geliyorum herkes uyuyor ve ben uyuyamayacağımı biliyorum. Dolduruyorum bir duble rakı, ilaç niyetine yavaş yavaş içiyorum.

Her yudumdan sonra daha çok düşüncelere dalıyorum, hüzün dolu melodiler dökülüyor dudaklarımdan.

Birden karşımdaki sandalyede o adam beliriyor.


dialog2.jpgBir duble de bana koyar mısın?


Bir rakı kadehi alıyorum ve doldurup uzatıyorum ona.


dialog2.jpg Şimdi beni dinle. Beni bahane ederek dertlenme, dürüst ol kendine karşı. Gerçekten neyse derdin ona dertlen.


Kızıyorum, “çekil git karşımdan bre ahmak!” diyorum ve yok oluyor. Kadehine el koyuyorum ve rakısını içiyorum.

Ayağa kalkıp pencereden gökyüzüne bakıyorum.

Hiç yıldız göremiyorum.

Bağırıyorum gecenin ortasında:


Neredesiniz ulan! Yıldızsız gece mi olur?! Gecesiz gündüz mü olur! Ya toprak, ya toprak hiç bitkisiz olur mu! Peki ya çıplak ayakla sokaklarda gezinen çocuklara ne demeli? Ayakkabısız çıkılır mı lan hiç sokağa!


Ben avaz avaz bağırırken , üst katlardan birinin sesini duyuyorum.


dialog2.jpg Gece gece ne bağırıyorsun be, beynine çaktığımın sarhoşu!


Ve kafama isabet eden bir saksının etkisiyle pencereden aşağı serbest düşüş moduna geçiyorum ama kanatlarımı çırpmak aklıma geliyor düşerken. Süzülmeye başlıyorum ve ardından yükselmeye.

Yıldızları örten bulutlara ulaşıyorum. Öfkeyle bir bulutu diğerine çarpa çarpa ilerliyorum. Ben çarptıkça kızıyor bulutlar, şimşekler kavuşuyor toprağa, yağmurlar ıslatıyor boş sokakları. Durmuyor yağmurlar, şehri seller kaplıyor, denizler taşıyor.

İnsanlar uyanıyor uykularından, evlerin çatısına doluşuyorlar. Hepsinin ayakları çıplak, hepsi sırılsıklam, hepsi üşüyor, hepsi çığlık atıyor, herkes eşit!

Adaleti getirdim, eşitliği sağladım diye mutlu oluyorum. Mutluluk bu işte diyorum kendi kendime. Bulutların yukarısından iki tane melek geliyor yanıma. Ellerimi kelepçeliyor, yağmurları durduruyor, selleri bitiriyorlar. Beni de alıp aya çıkarıp karşıma dikiliyorlar.


dialog2.jpg Ne yaptığını sanıyorsun sen?

dialog2.jpg Adaleti sağlıyorum, mutluluğu yakalıyorum.

dialog2.jpg Tüm insanlara acı çektirerek ve belki yok ederek mutlu olacağını mı sanıyorsun yoksa sadece kendini mi kandırıyorsun?

dialog2.jpg Ya yormayın kafamı, mutluluğu yakalamışım işte, sakın bana bu mutluluk değil demeyin.

dialog2.jpg Pekala, burada biraz yalnız kalarak aklını başına toplayacağını düşünüyoruz. Doğruyu kendi kendine bulacağına güveniyoruz.

dialog2.jpg Ne doğrusu ya, doğru varsa yanlış da vardır. Doğru olmasın ki yanlış da olmasın. Yanlışın olmadığı yerde huzur vardır. Huzurun olduğu yer mutluluktur.

dialog2.jpg Biz seninle tartışamayız, gidiyoruz.


Ayın ortasında yapayalnız kalmıştım, tabii Ayın ortası mıydı gerçekten bilemiyorum belki de kıyısıydı. Konuşuyordum kendi kendime;


Ayın kıyısındaki insan olabilirim, yaşamın kıyısında kalan insanlardan esinlenerek.

Yaşamın kıyısında kalan insan ne demek, nasıl bir format? Yaşam nere, kıyısı nere?

Hmm… Cevap veremeyeceğim ama cevapsızlığımın nedeni kararsızlığa hitap ettiğindendir.

Bıraktılar beni burada, ne yapmam gerekiyor acaba, canım sıkılmaya başlıyor. En iyisi dünyadaki sevdiklerime mektup yazmak ama nasıl olacak, ne kalem ne kâğıt ne de yeterli yer-çekimi, her şey eksik. Bari ayın yüzeyine bir şeyler yazayım. Teleskopla bakan birileri belki görürler ve okurlar.

“Selam olsun dünyalı kardeşlerim, gökkuşağının geceleyin elleri cebinde turladığı yerlerdeyim ve beklettiğim rüyaların tacizindeyim. Burada her gece dolunay, her şeyi gömecek düşen yapraklar yok ve benim gittiğimi kimse bilmiyor.”
!

E daha ne yapmam gerekiyor, ne yazsam, dünyaya ne zaman döneceğim ben?



dialog2.jpg Neredesiniz melekler, gelin alın beni buradan!

dialog2.jpg Buradayız merak etme, kendine gelebildin mi? Haksızlığını anladın mı?

dialog2.jpg Haksızlık? Haklı olup olmamak durumu değil ama… Neyse ben tamam anladım diyelim.

dialog2.jpg Soğuyan havaların ardından ellerini ovuşturmayı reddetmek gibi, reddetmenin ardından ellerini ovuşturmak ne ayıptır oysaki.

dialog2.jpg Hayda, dalga mı geçiyorsunuz benimle, ne demeye getiriyorsunuz, bakın başım çok ağrıyor zaten, anlayamıyorum sizi.

dialog2.jpg Biraz samimi ol yeter.

dialog2.jpg Samimiyim zaten, her zaman öyleyim… Değil miyim?

dialog2.jpg Ne kadar samimisin? Ne kadar masum? Ne kadar şiddetli olabilirsin?

dialog2.jpg Bezelye kadar masum, masumiyet kadar şiddetli, öfke kadar samimiyim!

dialog2.jpg Hah işte biz de seni öfke koleksiyonu yaparken yakaladık zaten.

dialog2.jpg Yani?

dialog2.jpg Yani, seni öfkelerinden arındırmak gerekiyordu, yoksa insanlara zararın faydanı geçecekti.

dialog2.jpg Hmmm… Arındım mı şimdi?

dialog2.jpg Öyle umuyoruz.

dialog2.jpg Şimdi ne olacak?

dialog2.jpg Biz sana bay bay diyoruz.


Oturduğum sandalyede sızmış ve üşümüş buldum kendimi, rakı şişesi boş ve devrilmiş. Gözlerimi zar zor aralayarak yatak odasına sallana sallana ulaştım. Sonra kızımın odasına uğramadığımı fark edip, uyuyan kızımın yanına gittim, başını okşadım ve yatağıma doğru yol aldım. Mışıl mışıl uyuyan karıcığımı da öperek başımı yastığa koydum. Yarım yamalak uyanarak homurdandı:


dialog2.jpg Niye böyle geç yattın, öf içmişsin bir de.

dialog2.jpg Belgesel izledim karıcığım, kalkamadım başından, o sırada içmişim işte.

dialog2.jpg Hmm ne belgeseli ya.

dialog2.jpg Sümüklü böcek belgeseli. Meğer sümüklü böcekler Ay’dan gelmişler, orada formları sidikli böcekmiş. Buraya geldiklerinde sümüklü olunca, sümük sidikten iyidir deyip Dünya’ya yerleşmişler.

dialog2.jpg İyi yapmışlar. Hadi uyu.


Yastığa başımı koydum ve dönen başımın içinde savrulan düşüncelere maruz kaldım.

“Kendine yetemeyen kendine muhtaçtır, Muhtaç olup da kendini bulamayan yalnızlığa mahkumdur, mahkumlar düşlerde yaşar, düşler acılarımızla dost, dostlar ise naçar gecelerin kahramanı. Kahramanın kendindir, kendin kandırdığındır. Ne kadar çok kandırabilirsen kahramanını o kadar mutlusundur. Ne kadar mutluysan o kadar yalancısın kendine. Halbuki Çingeneler Zamanı’nda Perhan ne diyordu? ‘Kendime yalan söylemeye başladığımdan beri kimseye inanmıyorum.’ Bu işin başka bir çözümü olmalı, olabilmeli…”

şeklinde toparlayamadığım düşüncelerle uğraşırken; feci bir uyku erdi şuura, mışlamak lazım o vakit sürurla, diyerek horlamaya başladım.

Sabah uyandığımda stres koleksiyonu yapıyorken yakalandım kendime.

Turgut Uyar’ın dizeleri düşüverdi aklıma;


“İlaç milaç bok püsür – Şuramda bir şeyler var – Sahiden bir şeyler var – Haykırmadan anlatamam.”



Story Copyright : OTahirZGN
Image Source

ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir