Tebdili Bilinç

Bir güvercinin pencereyi tıklatması ile hayallerimden irkildiğim bir vakit; oturduğum koltuktan ayağa kalktım, perdeyi araladım ve pencerenin camına doğru kafamı uzattım. Güvercin’in kocaman gözüyle karşı karşıyaydım. Pencereye iyice yaklaşarak, cama yapıştım. Karşımda duran güvercinin gözbebeği büyümeye başladı ve o büyüdükçe ben daha da yaklaştım; ben yaklaştıkça, o büyümeye devam etti.

Camın içerisinden geçiyordu kafam ve sonrasında güvercinin gözünün içinde bulmuştum kendimi. Artık olduğum yerden oturduğum salonu görebiliyordum ve tabii ki camda güvercinin gözünün yansımasını ve de o gözün bebeğinde kendimi.

Güvercin, kanatlarını çırpıp uçmaya başladığında ise gökyüzünde ilerleyişimizi heyecan ve dehşet içinde seyre daldım; ta ki yağmur yağana kadar. İlk başlarda şeffaf su damlaları şeklinde yağan yağmur damlalarının rengi, kırmızıya dönmeye başlamıştı.

Gök hiç de yağmur yağdıracak gibi görünmüyordu. Sonra fark ettim ki; bulutlardan yağmur değil kan damlıyordu. Alışverişleri durmuş, yüksek enflasyonlu solucanlar peşinde koşan kuşlar; bulutların içine doğru uçuyorlardı. Beni gözünde taşıyan güvercin de nihayetinde bir bulutun içine girdiğinde; gördüklerim karşısında ruhum tir tir titriyordu.

Bulutun dışından içine doğru; sebepler, haklılıklar, yaftalamalar, hakaretler, yüceltmeler, övgüler ve cesaretlendirme sesleri geliyordu ama seslerin sahipleri içeri girmiyorlardı. Gözünde yer edindiğim güvercin ise bir köşede dikkat çekmeden durmaya çalışıyordu. Bütün bunları bana neden gösterdiğine dair de bir ipucu vermiyordu.

Güvercin’in yavaş yavaş gözleri dolmaya başladı ve gittikçe seviyesi artan suyun içinde, kafamı yukarıda tutma gayretine girişmiştim. Gözden dışarı yaşlar akmaya başlayınca kurtulduğumu düşünyordum fakat bir gözyaşı damlasıyla; içten içe yaşadığım ilk defa birinin gözüne girmiş olmanın gururunu çok kısa yaşamış bulundum. İşte, artık o gözden düşüyordum.

Bulutun içinden çıkmış, yeryüzüne doğru hızla ilerlerken; telefonum çalmaya başladı. Havada zor da olsa cebimden çıkardığım telefonumun ekranında, arayanın annem olduğunu gördüm. Merak etmesini istemezdim ve telefonu cevaplayarak; “Annem, ben çok iyiyim ama şu anda müsait değilim. Ben seni sonra arayacağım.” diyerek telefonu kapatmıştım. Biraz sonra yere çakılarak öleceğimi anneme söyleyemezdim diye düşündüm ve tam da bunu düşündüğüm an ölümle burun buruna olduğumu anlamış oldum.

Gökyüzünde düşme serüvenim devam ediyorken; gözlerimi kapadım ve hayatımın bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmesini bekledim. Maalesef, karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordum.

Bir film şeridini bile, bana çok görmüştü birileri.

Tam da gözlerimi yeniden açacağım anda; karşıdan gelen mor renkli devasa bir tırın ters şeride girip, hızla üzerime doğru geldiğini gördüm. Kaçacak bir yerim de yoktu gözlerimi açmaktan başka, ama açamadım.

Kaçamadığım üzere; şiddetli bir çarpmaya maruz kalmıştım ve bedenim çok uzaklara savrulmuştu.

Acılar içerisinde kıvranırken; savrulup gittiğim yerde annemin beklediğini gördüm. Annem bana gülümsüyordu. Canımın acısını hiç belli etmemeye çalıştım; o ise şifa veriyormuşcasına saçlarımı okşadı.

“Hava soğuk oğlum, giy şu külotlu çorapları, hasta olma.” diyordu.

İçten içe öfleyip pöflesem ve hatta kızsam da; kıramadım onu ve giyiverdim verdiği kalın kırmızı külotlu çorabı.

Üzerine pantolonumu da çektikten sonra aceleyle annemi öptüm ve hemen sağ tarafımda duran kapıyı açtım. Kapı açılır açılmaz; pembe bir ışık dalgasıyla vakumlandım kapının diğer tarafına ve her yer çok hızlı bir şekilde karardı. Yerde yatıyordum öylesine. Kalkmaya çalıştım ama kaldırdığım kafamı sert bir şeye çarpmıştım. Bir tabutun içerisinde olduğumu anlamam geç olmadı. Güçlü bir tekme atarak; tabutun kapağını kırdım ve çıktım dışarıya. Hareket halinde bulunan bir cenaze aracının üzerinde duruyordum. Tabutun yanında duran bir silah gördüm. Hemen eğildim ve silahı elime aldım. Arkamızdan hızla o mor tırın yeniden geldiğini fark ettiğim an, tek bir el ateş ettim. Şoför koltuğunda oturan adamı kafasından vurabilmiştim. Beyni patlayan adamın kafasından yarasalar fırlayıp kaçışmya başlamışlardı.

Lakin yarasaların kanatlarında, metal dikenli kilitler vardı ve kaçmaya çalışırken uçamayıp tırın önüne düşmüşlerdi. Onların düşmesiyle; tırın lastikleri patladı ve patlayan lastiklerden kanlar püskürüyordu. Bir süre savrularak ilerleyen tır; en sonunda yan yatarak durmuştu ve kasasından etrafa, mosmor kesilmiş, sonu gelmeyen cesetler fışkırıyordu. Saçılan cesetlerden ucu bucağı görünmeyen koskoca bir dağ oluşmuştu.

Cenaze aracı hızını arttırmış bir şekilde hareket halindeyken, otoyola bıraktım kendimi ve bir bowling topu gibi asfaltta yuvarlanarak cesetler yığınına sert bir şekilde çarptım. Çarpmamın şiddetinin etkisiyle, en tepeden; büyük bir ceset dalgası hareketi başladı. Tüm o cesetlerin arasına karışmıştım ve dalgaya karşı koyamıyordum. Bir süre devam eden dalganın önüne binlerce anne çıkmıştı ve o annelerin ortaya çıkmasıyla dalganın durulması eş zamanlı olmuştu. Anneler keskin çığlıklar atarak; yığın içerisinden evlatlarının cesetlerini alıyorlardı. Annemi gördüm o mahşeri kalabalığın arasında. Annem çığlık atmıyordu; orada öylece durmuş bakıyor ve sanki beni bekliyordu. Vakit kaybetmeden, koşarak annemin yanına gittim.

“Oğlum niye beni üzüyorsun, niye çıkardın külotlu çorabını, bak hava çok soğuk. Dayanamazsın sen soğuğa, benden iyi mi bileceksin?” dedi.

Üzüldüm onun üzülmesine; ama ben çıkarmamıştım çorapları aslında.

Başımı önüme eğdim, eğdikçe başım ağır gelmeye başladı vücuduma ve kafam bedenimden ayrılarak asfalta düştü. Yüzüm gökyüzüne dönüktü ve annem gitmişti. Bedenim ise kafasız bir şekilde, dikiliyordu oracıkta.

Yanı başıma, takım elbiseli adamlar geldiler; yerden kafamı alarak, gözlerimi çıkarıp, yerlerine yeni gözler takıyorlardı. Göz değişimi işlemi bittikten sonra; kafamı bedenime tekrar monte ettiler. Yeni gözlerim kapalıydı henüz; hiçbir şey göremiyordum. En son boynuma bir iğne sokulduğunu hatırlıyorum.

Sonunda; evimin salonunda, oturduğum koltukta gözlerimi açmıştım.

“Doktor bey, işte bütün bunları çok net hatırladığım bir rüya olarak not ettim. Etkisinden kurtulamıyorum; bana iletilen bir mesaj varmış gibi geliyor ama arkasını göremiyorum.”

“Göremezsin. Zaten göremeyesin diye gözlerini değiştirdiler.”

 “Doktor, ben size beni tedavi edin diye geldim, siz benimle eğleniyorsunuz.”

Doktor ayağa kalktı, eliyle sus işareti yaparak pencereye doğru ilerledi. Perdeyi açtı ve perdenin arkasında, rüyamda gördüğüm güvercine çok benzeyen bir güvercin durduğunu görüyordum.

O an; güvercinin gözüne odaklanmıştım lakin dışarıdan gelen iki el kurşun sesi doktoru kafasından vurmuştu. Cam ise hala yerindeydi ve güvercin de kaçmamıştı. Yerimden kalkarak, koştum. Güvercinin gözüne girmek için; kendimi pencereye doğru hızla fırlattım.

Cam parçaları giren bedenim; doktorun ofisinin bulunduğu beşinci kattan yere çakıldı.

Sonrasında evimin salonunda, oturduğum koltukta uyanarak kendime geldim. Bu rüyanın etkisinden kurtulamıyorum. Bugün, neden böyle bir rüya gördüğümü belki bana açıklayabilecek ya da etkisinden nasıl kurtulabileceğime deva olacak birilerini arıyorum.

Aradığım kişiye ulaşılamıyor.


Story & Image Copyright: OTahirZGN

ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir