Zihnimin Abuk Kuşundan Sabuk Ötüşler – DOKUZ (9)

Beynimin ve bedenimin koşturmacaları sonucu psikolojik yorgunluk ve bitkinlik zamanlarında tahammül sınırlarımın silindiği vakitlerden geçerken, öfke patlamalarıyla bir yılın bitişini kutlamak üzereydim ki; imdadıma yetişen ülkemin doktorları beni ameliyat masasına davet etmişlerdi. Bu daveti hiç tereddütsüz kabul etmiştim.

Ameliyat günü gelip çattığında; hastaneye gitmek üzere evden çıkmaya hazırlanıyordum. Koskoca hastane, ameliyat edeceği adamın ayağına bir ambulans bile göndermemişti. Kendi çabalarımla gitmemi bekliyorlardı ve orada olmam gereken saati altını çize çize söylüyorlardı. O zaman yaşadığım hayal kırıklığını görmezden gelmeye çalışıyordum. Ev ahalisi ile beraber evden çıkmadan önce tuvaleti ziyaret etmek istedim. Duygu dolu bir ziyaretin ardından yüzümü yıkayarak tuvaletten çıkmıştım. Evden çıkmanın vakti gelmişti ve ev ahalisinin beni bekliyor olmaları gerekiyordu. Lakin tuvalete girmeden önce salonda oturan aile fertleri görev yerlerini terk etmişlerdi.

Evin içinde seslenerek dolaştım, her kapıyı açtım baktım ama kimseleri bulamadım. Beni aşağıda bekliyor olabilirler diye düşünerek ayakkabılarımı giydim ve evden dışarı çıktım. Tek başıma asansöre bindim ve sıfıra basarak inmeye başladım. Asansör üçüncü ve dördüncü katlar arasında çat diye duruverdi. Bir an bu bir işaret olabilir mi, acaba ameliyata gitmesem mi diye aklımın ucundan geçiverdi. Sonra asansörde kalmanın ve hastaneye yetişememenin stresi bindi tepeme. Hemen telefonumu çıkardım cebimden ama lanet olası hat, asansörün içerisinde çekmiyordu. Alarm ve Diafon tuşlarına basmak geldi aklıma. Alarm tuşunun bir işe yarayıp yaramadığını anlayamadım fakat diafon çalışıyordu. Karşı taraftan bir ses geldi;

Buyrun efendim, size nasıl yardımcı olabilirim?

Ya ben asansörde kaldım, gelin çıkarın beni buradan.

Öncelikle geçmiş olsun. Lütfen panik yapmayınız. Size yardımcı olacağız. Hangi asansörde kaldığınızı bana söyleyebilir misiniz beyefendi?

Frankfurt blok, 2 numaralı asansör.

Notumu aldım beyefendi ama o blok bizim alanımıza girmiyor sanırım hattını yanlışlıkla bize bağlamışlar ama ben sizin blokla ilgili kısma durumunuzu ileteceğim.

Tamam, lütfen ama acele etsinler. Ameliyata yetişmem gerekiyor.

Tabii efendim, en kısa sürede yardımınıza birileri gelir diye tahmin ediyorum. Size iyi günler.

Yaklaşık 15 dakika sabırla ve düşüncelerle dolu bir durgunluk geçirdikten sonra, neden hala gelmediklerini sorgulamak için tekrar diafona bastım

Ya ben hala asansördeyim, neden kimse gelmiyor?

Hangi asansördü efendim?

Haydaaa, dedim ya Frankfurt Blok 2 numaralı asansör.

Beyefendi üzgünüm ama sizin asansöre hizmet kesilmiş. Başınızın çaresine bakacaksınız.

Ne demek hizmet kesilmiş, ne saçmalıyorsunuz siz?

Beyefendi, önce sakin kalın lütfen. Sizin bloğunuzun ödemeleri 10 gün geçtiğinden dolayı size hizmeti durdurmuş şirket.

10 gün mü? 10 gün gecikmeden hizmet mi kesilir? Vicdanınız da mı yok sizin?

Maalesef yok efendim. Ticarete vicdan karışınca işler boka sarar diyor patron.

Hay ben sizin patronunuzu… Dava edeceğim sizi, hepinizi rezil rüsva edeceğim. Ameliyata gitmem lazım niye anlamıyorsunuz? Hem asansörde kalan bir insana nasıl olur da yardım etmezsiniz?

Üzgünüm beyefendi ama şartlar böyle. Hem siz asansörün kapısını tekmelediniz mi? Şöyle bir yumruklayın güçlü güçlü. Birileri duyarsa yardımcı olur.

Ya bir de akıl veriyor. Oğlum hepinizi bitireceğim lan. Bir daha bu site değil, bu şehirde hatta bu ülkede iş bulamayacaksınız.

Hay hay efendim. Size iyi tepinmeler.

Lan dur kapatma lan!

Ne kadar bağrınsam da, diafonun karşı tarafından artık ses gelmiyordu. Çıldırmış bir şekilde asansörün kapısına tekme tokat dalmıştım. Boğazımı yırtarcasına bağırıyordum ama kimsecikler gelmiyordu. Mantıklı hareket etme sınırlarını çoktan aşmıştım ve sakin kalamıyordum. Düşüncelerim kontrolüm dışındaydı. Aile efradından da kimsenin geldiği, beni aradığı yoktu. Duygusal bir bulanma yaşıyordum. Yaşadığım çevreye, aynı gemide olduğumuz tüm insanlara ve hatta tüm insanlığa karşı kendimi yapayalnız bir yabancı gibi hissediyordum. Asansörün içinde debelenmeyi bırakmış, kıvrılarak, cenin pozisyonunda yere yatmış ağlıyordum. Cenin pozisyonunda yatıyor olmam, asansörün darlığından değil; bir sığınma ihtiyacından kaynaklanıyordu. Anne karnında dünyanın bir parçasıyken, o dünyadan uzak olmanın verdiği güveni arıyordum.

Her geçen dakika algımda saatleri andırıyordu. Terlemeye başlamıştım ve olmayan klostrofobim varoluş mücadelesi veriyordu. Bir müddet daha geçmişti ki diafondan yeniden ses geldi.

Merhaba, halen asansörde misiniz?

İnsafa geldiklerini düşünerek heyecana kapıldım. Yerimden doğruldum ve bitkin bir ses tonuyla cevap verdim.

Evet, buradayım. Kimse gelmedi, iyi hissetmiyorum kendimi.

Normaldir, yani kim olsa bu kadar süre asansörde kalsa kendini iyi hissetmez herhalde.

Yardım gönderiyor musunuz?

Hayır efendim, üzgünüm ama göndermiyoruz. Hatta ben sizden sonra, her şeye rağmen küçük bir vicdan yaptım ve şirketimizin üst kademelerine durumu ilettim. Onlar da bana patronumuzun bir sözünü hatırlattılar.

Neymiş o söz?

Acırsanız acınacak hale düşersiniz.

Hay ben sizin de patronunuzun da, insanlığınızın da vicdanını sikeyim!

Beyefendi, lütfen düzgün konuşun. Küfretmeyin. Çok saygısızsınız. Siz bu konuyu yönetimle görüşün de bundan sonra parayı zamanında ödesinler.

Ulan ben öyle yönetimi de, böyle siteyi de…

Anladım yine sinkaf edeceksiniz. Ben kapatıyorum.

Kapatma lan…

Hat yeniden kapanmıştı. Öfke doluydum ve gözüm hiçbir şey görmüyordu. Tüm gücümle asansörün dört bir yanına tekmeler savururken, ağzıma gelen herkese küfürler yağdırıyordum. Çok kısa bir süre içerisinde diafondan tekrar ses geldi.

Beyefendi, bir bilgi vermek istedim. Ben yine insanlıkta bulunup, durumunuzu site yönetimine de bildirdim. Ödemeyi belki gün içerisinde yaparlarsa yardımcı olabiliriz diye.

Yani?

Yanisi yok. Site yönetiminize olanları detayıyla anlatıp, onlara da küfür ettiğinizi söyleyince bozuldular sanırım.

Ne demek bozuldular ulan?

Valla size bir mesaj gönderdiler. Derler ki; Ya sevsin, ya terk etsin bu siteyi! Ayrıca asansöre hasar verirseniz, onarım ücretini sizden tazmin edeceklerini de belirttiler. Neyse siz şimdi küfür edersiniz ben kapadım.

Kapamıştı gerçekten ve doğru bilmişti. Bildiğimin ötesinde küfürler saydırıyordum; hatta bazı küfürler dünyaya yeni geliyorlardı. Ayrıca, yeterince provake olmanın verdiği dolulukla,; asansöre de verebileceğim tüm hasarı veriyordum. Öylesine kaybetmiştim ki kendimi, asansörün aynasına attığım kafa sonucu yüzüm yaralanmıştı ama öfkemden acı hissetmem mümkün değildi. Fakat arkasından başımda şiddetli bir ağrı başlamıştı. Sanki kafatasımın içerisinde, beynimin her hücresini tek tek kerpetenle sıkıştırıyorlardı. Gözlerim bulanıklaşmaya başladı, başım dönüyordu. Yere oturdum, sırtımı asansörün duvarına yaslayarak gözlerimi kapadım. Gözümün önüne ara sıra gördüğüm kedi kadının suratı geliyordu. Bana bir şeyler söylüyordu;

“Sakin kalmalısın, düşüncelerini toparla. Konsantre olursan her şeyi yapmaya kudretin olduğunu biliyorsun. Daha önce neler yaptın. Odaklan.”

Oysa benim hiçbir şeye odaklanacak ne gücüm, ne de psikolojim kalmamıştı. Zaten kedi kadın her defasında zamansız gelip, saçma sapan şekilde ortalığı karıştırmamış mıydı? Şimdi de zamansız bir şekilde hayali gözümün önüne geliyordu ve anlam veremediğim sözler söylüyordu.

Gözlerimi açıp asansörün tavanına doğru boş boş bakmaya başlamıştım. Birden asansörün tavan kapağının oynadığını fark ettim. Bazı tıkırtılar geliyordu. Birileri yardıma gelmiş olmalıydı ve kapağı dışarıdan açmaya çalışıyordu belli ki. Bir rahatlama yaşadım ve kapağın arkasından gelecek kişiyi bekledim. Ona sarılmayı bile planlamıştım.

Kapak çıkarıldı ve gözüme doğru bir fener ışığı tutuluyordu. Kim olduğunu göremiyordum. Fenerin ışığını kapatarak arkasını dönmüştü ve aşağı doğru bacaklarını sarkıtarak konuştu.

Dostum beni tutarsın değil mi. Ben böyle atlamaları pek beceremem, korkuyorum da.

Tabii tutarım, zaten mesafe de fazla değil rahat olun.

Yok değil biliyorum ama korkuyorum işte.

Tamam tamam.

Hop kucağıma atlayan adamla yüz yüze geldiğimde, beynimin damarlarında kaynar sular dolaşmaya başlamıştı. Karşımda Oğuz Atay duruyordu.

Yine mi sen! En çaresiz, en sıkıntılı anımda bari rahat bırakın. Ya da bir işe yarayın.

Tamam işte sakin ol, yardım etmeye geldim.

Ya sen nasıl yardım edeceksin? Gerçek bile değilsin ki!

Hayda, gerçek olmadığımı nereden çıkarıyorsun? Ne zamandan beri bizim gerçekliğimizi sorgulamaya başladın? Neyse bunları sonra konuşuruz. Buradan kurtulunca az biraz anlarsın. Ah ulan o mektubu kaybolmadan okusaydın her şey farklı olabilirdi.

Yine mi o mektup! Bak bulunamayan bir mektuptan bahsedip duruyorsunuz. Ben nasıl o mektubun da gerçekliğini de sorgulamayayım?

Tamam tamam, sorgula, ne yaparsan yap! Onca yaşadığın şeylere rağmen sorgula sen, e mi! Sonuçta sen kendine o mektubu yazmadan o günlere ulaştın, demek ki ulaşabildin. Gerçi aslında farklı zamanlardaki Senleri aynı kişi saymamalıyız. Zaman dediğin aslında tek bir anda gerçekleşen farklı kimliklerin devamı. Einstein anlatmıştı bir şeyler, zaman da yolculuk olmaz da sıçrama olur ve gittiğinde gördüğün kendin aslında kendin değilsindir falan.

Anca saçmalayın siz de! Hem Einstein’ın zaman konusunda fikirleri daha başkaydı. Of ya ben de saçmalıyorum bak. Bunların sırası mı şimdi? Söyler misin; ne yapacağız?

Yok yok hiç sırası değil. Bir ara Einstein’la konuşuruz rahat bir zamanda. Fikirleri değişmiş olabilir ama da sırası değil işte. Of çıkamadım konudan.

O zaman derhal çık!

Bak şimdi; önce şunu belirtmek isterim ki bu asansör olayıyla bizim bir ilişkimiz yok. Bunu planlamamıştık. Ama seni o ameliyata sokmamak için plan yapmıştık.

Ne planı yaptınız?

O ameliyata girmemeliydin. Güvenemezdik yani gerçekte sana ne yapacaklarına. Bu sebeple; Kafka sana dönüştü ve senin yerine ameliyata girdi. Biliyorsun Kafka böceklere dönüşme konusunda bir hayli başarılıdır.

Sen bana böcek mi dedin?

Amaaan, alınganlığın sırası değil. Kafka dönüşümü iyi beceriyor özellikle. Ailenle beraber hastaneye o gitti ve ameliyatı o olacak. Böylece; senin üzerinde yapılacak herhangi gizli ve tehlikeli bir hamleyi bertaraf etmiş olacağız. Ben seni aşağıda bekliyordum ama asansörde kaldığını fark edince bir süre birilerinin yardıma geleceğini düşündüm ama baktım ki ne gelen var ne de yardım eden.

Etmediler, hizmeti durdurmuşlar.

Adi herifler. Neyse ben de bu asansöre yanına gelebilmek için çok uğraştım ama sonunda başardım. Üst kat asansör kapısını levyeyle zorlayarak açtım ve asansörün tepesine indim. Kapağı açtım ve geldim.

Hoş geldin. E üst kat kapısı açıksa, şu asansörün üstüne çıkarak kurtaralım kendimizi.

Maalesef yapamayız. Çünkü kapıyı açık tutan levyeye, buraya doğru, ellerimin üzerine sarkarak inerken tekme attım yanlışlıkla. Levye apartmanın içine doğru fırlarken, kapıda kapandı.

Of ya ne beceriksizmişsin sen. E ne yapacağız şimdi? Ne işe yaradı gelmen?

Merak etme işe yarayacak. Ama önce senin fazlalıklarından kurtulmak gerekiyor.

Ne fazlalıkları?

Safra kesen işte.

O ne demek ya? Zaten ameliyata gidecektim ama iyi ki gitmemişsin dedin.

Ameliyata gitmemen iyi oldu tabii ki. Bak ben zamanında aynı senin gibi baş ağrıları ve mide bulantıları çektiğimde beni uyaran olmadı. Beyin tümörü dediler ve Londra’ya gittim tedavi olmak için. Işın tedavileri, ameliyat derken, sonuç; Tutunamadım. Ya da tutundurmadılar. En çok da ‘Geleceği Elinden Alınan Adam’ ismini verdiğim romanım yarım kaldı; ona üzülüyorum. Ama sen tutunacaksın, çünkü biz varız.

Allah sana rahmet eylesin eylemesine de, dediklerinden pek bir şey de anladığımı söyleyemem. Hem açıklasana; madem safra kesemden kurtulmam lazım ama ameliyata gitmemem de lazım; nasıl kurtulacağım?

Anlayacaksın. Safra kesenden kurtulmalısın çünkü yarın öbür gün seni tekrar bir punduna getirip ameliyat masasına yatırma bahaneleri olmasın ellerinde. Kurtulacaksın, çünkü bunu sen yapacaksın.

Ben mi? Ben nasıl yapabilirim? Ne dediğinin farkında mısın?

Gayet farkındayım. Şimdi burada kendi ameliyatını kendin yapacaksın. Bak şu kırılmış ayna parçalarında irili ufaklı birkaç parça ile yapabilirsin.

Sen beni öldürmek mi istiyorsun? Ben ne anlarım ameliyattan. Hem kan kaybından giderim, hem enfeksiyondan.

Merak etme, sen kudreti üzerinde taşıyorsun. Geçmişte başına gelenleri ve yaptıklarını düşün. Odaklandın mı neler yapabileceğini hatırla. Hatırla, seni kaçırdıklarında sağ baldırından yaralanmıştın ama uçakta hızlıca yaran iyileşivermişti. Bunun nasıl olduğunu zannediyorsun?

Ya aşırı adrenalin salgıladığımdan diye yorumlamıştım ben onu.

Tabii ya, kurşun yarasına adrenalin boca etmek iyi gelir. Saçmalama! Beynin bunu başarmıştı. Kudret diyorum kudret! Bu kudreti elinden almalarına ve kötü güçlere geçmesine göz yumamayız. O yüzden dediklerimi yap!

Allah’ım sen aklıma mukayyet ol, inşallah sanrılar görüp kendime zarar verecek bir şeyler yapmıyorumdur.

Yapmıyorsun. Al şu ayna parçasını; karnında gösterdiğim noktalardan karnının içine delikler aç.

Çıldırmış bir şekilde dediklerini yapmaya koyuldum. Karnımda açtığım dört adet delikten birisi bir hayli büyüktü, çünkü Oğuz Atay o delikten bakarak teleskop görevi görerek beni yönlendiriyordu. Anestezi alma gibi bir lüksüm de yoktu, zaten olsa da bulabilme ihtimalim yoktu. Kendi kendimi keserken çektiğim acıdan bayılmamam da gerekiyordu. O noktada imdadıma kedi kadın yetişti. Kendi ameliyatımı gözlerim kapalı bir şekilde yapıyordum ve gözlerimi kapadığımda gözümün önüne hep kedi kadın çıkıveriyordu. Siyah deri elbiseler içerisinde, çok derin göğüs dekoltesinde parlayan teni beni yaptığım işlemlerin acısını hissetmekten uzaklaştırıyordu.

Atay’ın yönlendirmeleri sonucu safra kesesinden kurtulabilmiştim. Her yer kan içerisindeydi ve ben de bitkin ve acılı bir haldeydim.

Dur işimiz bitmedi. Hazır elin değmişken apandisiti de al. Hatta sonrasında bademciklerini de alalım. Saçlarını da kısaltalım artık.

İtiraz edecek durumda değildim. Tüm dediklerini yaptık ve benim artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Kaybettiğim kanın haddi hesabı yoktu. Tek ümidim; dediği gibi beynimin doğru hamlelerle vücudumu hızlıca iyileştirecek olmasıydı.

Artık bayılmaya karşı direnci de edinemiyordum. Hayal meyal Oğuz Atay’ın hatırladığım son sözleri;

“Hiç merak etme, Einstein dışarıda ve bizi buradan çıkaracaktır. Sonra seni hastaneye götürüp, ameliyattan çıkan Kafka ile yer değiştirteceğiz. Vücudun kendini toparlamaya çok hızlı bir şekilde başladı bile. Hastanede seni ameliyat ettiklerinden emin olacaklar, ailen de hiçbir şey anlamayacak…”

Gözlerimi açtığımda hastane odasında yatıyordum. Ailem ve arkadaşlarım etrafımda, gülümseyerek geçmiş olsun dileklerini tekrarlıyorlardı. Bir süre sonra doktor geldi odaya;

Merhaba, geçmiş olsun. Operasyonunuz sıkıntısız bir şekilde geçti. Size kapalı ve basit bir operasyon olacağını söylemiştik zaten. Sizin bir sıkıntınız var mı?

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor…

Vay Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar. Nereden geldi ameliyat sonrası bu aklınıza? Neyse siz dinlenmenize bakın. Ben öyle bir görmek istemiştim sizi.

Bir dakika doktor bey. Bir ayna alabilir miyim?

Tabii, şöyle telefonumun kamerasını açayım ayna görevi görsün.

Doktor, saçlarım… Saçları mı niçin kestiniz? Bu bir safra kesesi ameliyatı değil miydi?

Ya çok üzgünüz, arkadaşların hatası. Beyin ameliyatına girecek hastanın saçlarını kestirecekken, berberi size yönlendirmişler. Tabii size sakinleştirici yapıldığı için hatırlamamanız normaldir.

Hım. Anladım. Neyse teşekkür ederim.

Tekrar geçmiş olsun görüşmek üzere.

Kocam valla yanlışlık falan ama sana yakıştı bu saçlar. İyi oldu, hem bahaneyle saçların da kesilmiş oldu.


Story & Image Copyright: OTahirZGN

ZAK000.png

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir